Kelimelerin anlamsız kaldığı zamanları bilir misiniz? Evet işte benim anlatacağım hikaye de böyle bir şey. Sonunda gerçekten pek bir şey anlaşılmasa da, hiç olmazsa ben kendimce dinlenebilir buluyorum. Bodrum sokaklarında sayıklamalar duyuyordum kendime ait.
Sıradan bir sabahtı. Her şey her zaman olduğu gibiydi. Hatta aynadaki görüntüm bile aynıydı. Suratımdaki hafif sakal bile neredeyse dünkü gibiydi. Gözlerim her zaman olduğu gibi kan çanağıydı. Saçlarım her zamanki gibi dağınıktı. Dudaklarım ise her zaman olduğu gibi kuruydu. Hele bakışlarım… Her zamankinden de berbattı. Yani öyle boş boş bakıyorlardı. İçlerinde ne bir anlam gizliydi, ne de bir gizem saklıydı.
Öylece aptal aptal duruyorlardı. Tabi bir bakıma kendi bakışlarımı sorgulamak akıllı bir insana özgü şeyler değildi. Ancak akıllı olduğumu da söylemedim zaten. Hatta bir bakıma düşünürsek tırsak ya da başka bir deyişle pısırık bir şey olduğum bile söylenebilirdi. Kimse benimle konuşmazdı. Ben ise onlara pembe dizilerdeki diyaloglardan daha kötü diyaloglarla hitap cümleleri kurup, onların benimle konuşmamalarını daha da belirgin hale getirmeye çalışıyordum. Kısaca her şey doğru düzgün işliyordu Bodrum sokaklarında. Ta ki evimden dışarı çıkışıma kadar… Evimden niye çıkmıştım ki! Ya da bu saçma soruyu kendime niye sormuştum? Her şey bir saçmalıktı, etrafımda dönen her düşünce.
Kendimin kendim olmasını bile sorgular hale gelmem ise tam bir akıl yitirim boşluğu durumuna eşit bir haldeydi. Bunca boş konuşmamdan sonra ise aslında ilk düşüneceğim şey aklıma geldi. Yani aslında beni endişelendirecek şey aklıma geldi. Tabi bu durumda endişelenmek doğru olur muydu? Onu bilemeyeceğim ama gerçekten bir endişelenme söz konusu olduğunda bunu bilmemin gerektiği gerçekti. İşte bu hipotez ya da her neyse, bundan yola çıkarak arabamın yerinde olmadığını fark ettim. Aslında arabamın olduğundan bile şüpheliydim. Ancak işim ile evimin uzaklığını hesaba katarsak ve hayatımda hiç otobüs, metro ve ya onun gibi taşıma araçlarına binmediğimi düşünürsem aslında bir arabamın olması mantıklı gibi geldi bana. Ancak aslında bundan bile emin değilim.
Sonunda arabamın çalındığına karar verdim. Ne de olsa araba kendi kendine gidemezdi. O halde birileri onu kaçırmıştı. Belki de kaçırma karşılığı fidye isterler diye düşündüysem de, bir insana bile zar zor verilen fidyenin benim değersiz arabam için istenilemeyeceğini fark ettim. O halde genelde insanların başları sıkışınca gittikleri yere gitmeye karar verdim. Yani bir nevi baş sıkışma yeri… Ya da bilinen adıyla karakol. Neden karakol dendiğini ise düşündüysem de, ne yazık ki cevabını bulamadım. Ne yani karakol adını bulanlar karakollu muydular ya da zenciler mi buldu bu kelimeyi? İşte bu anlamsız düşünceler aslında benim bunalımda bir insan olduğumu gösteriyordu. Tıpkı menopozlu kadınlar gibi hissettim kendimi. Bu saçmalıklardan arınmak için karakol lafını bir daha düşünmemeye karar verdim. Artık karakol yerine polis diyecektim gideceğim yere. Fakat bunda da sorun çıkması muhtemeldi. Çünkü polis kelimesinin nereden geldiğini bulmaya çalışacaktım. Yani belki Yunanlılardan gelmiştir diye düşündüm. Çünkü ne de olsa adamlar her şehrin adının sonuna polis kelimesini koyuyorlardı. Yani bilmediğimi sanmayın ama sanırım polis kelimesi Yunanca şehir demekti. Yani bu durumda kendi kendime ürettiğim saçma teoriler, diğer bir saçmalıklarla cevap buluyordu. Ben ne yazık ki normal bir insan değildim. Ancak kim normaldi ki, ben anormal olayım. Yani kim mükemmel ki? Hiç kimse. Benim sorunum ise Bodrum sokaklarında sanırım fazla düşünmemdi.
Bodrum’da Araştırma
Polise gidince bana sorular sordular. Her zamanki saçma sorulardan bir kaçıydı. Yani yok arabanız ne zaman kayboldu diye sordular. Yani böyle bir soru olabilir mi? Ben herhalde ne zaman çalındığını bilsem, çalan kişileri durdurmaya çalışırdım ya da ne biliyim kaçıran kişileri bile tarif edebilirdim. Bu açıdan verdiğim ters cevaplar yüzünden beni içeri tıkmak ile tehdit ettilerse de, sabah sabah benimle uğraşmamaya karar verdiler. Tıpkı diğer insanlar gibi. Yani bana aptal muamelesi yapan aptallar gibi. Sonunda olayı Bodrum’da araştırma deyip beni postaladılar ya da attılar diyebiliriz veya benim gitmemi rica ettiler de olabilir ancak o kadar da nazik değildiler.
Bu saçma sapan prosedürlerle uğraştığımdan dolayı işime bir hayli geç kaldığımı anlamıştım. Bu yüzden bir süre ayrıntısız düşünmeye karar verdim ve bunda da başarılı oldum sayılır. İşe ulaştığımda patron neden geç kaldığımı sordu. Ben de tüm olanları anlattım. Patron gayet anlayışlı bir kişi olduğundan bana geçmiş olsun dedi ve kendi odasına gitti. Sanırım bu yerde benimle gerçek diyaloglar kuran bir tek o vardı. Bu yüzden herkesin aksine ben patronumu seviyordum. Ne de olsa bir de şu açıdan bakmak lazım. İşini en iyi yapan kişi bendim ve genellikle en çok işi de ben yapardım. Üstelik bu çalışkanlığıma rağmen de burada çalıştığım sürece, hiç maaşıma zam istemedim. Bu açıdan işte ideal çalışan durumundaydım. Patronum da bana bu yönden devamlı anlayışlı davranıyordu.
Bodrum Sokaklarında
Mesai saatim dolduğunda eve doğru yol alacaktım ki, aklıma yine araba geldi. Benim arabamın olduğundan emin değildim ama arabamı da benimsediğim söylenebilirdi. Bu garip ikilem sonucunda yine sonuca varamadım ama sonuçta yanlışıkla garaja geldiğim gerçeği değişmedi. Garajdan tam çıkmak üzereydim ki, arkamda bir ses bana seslendi. Ancak önce hiç tepki vermedim. Çünkü bu yerde, benimle konuşmak için pek heves edilmezdi. Bu yüzden ikinci kez bana seslenilmesini bekledim.
Ancak bu olay gerçekleşmeyince de, iyi ki dönmediğimi düşündüm. Hayatımda ikinci kez binecek olduğum metroya doğru gelmiştim ve orada metronun gelmesini bekliyordum ki, yine o ses arkamdan geliverdi. Bu sefer bakmaya karar verdim. Arkamda ağzında sigara olan birisi vardı. İnce ve uzunca bir palto giyiyordu. Anlaşıldığı kadarıyla da, o paltodan başka bir şey de giymiyordu. Yani teşhirci tiplerden birine benziyordu. Kafasındaki o büyük şapka ve gözündeki güneş gözlükleri ise ona ayrı bir hava katsa da, teşhirci tipinin yanından hiç mi hiç uzaklaşamıyordu. Belki de bana göstereceği şeyler vardır diye düşündüm ve yanına gittim. Öylece kös kös baktım adamın yüzüne. Adam ise benim bu boş bakışlarıma aldırmadan konuşmaya başladı;
Tam arabadan dışarıya doğru ilk adımımı atıyordum ki aslında arabamın da olmadığını gördüm. Bu bir gerçek miydi? Aslında benim arabam yok muydu? Ben aslında deliriyor muydum ya da aklımın ortaya attığı oyunlarla baş etmeye çalışıyordum. Arabamın yok olduğu yerde sadece o not vardı. O notu kim vermiş olabilirdi ki! Sanırım o metrodaki adamdı ve ona bunu sormalıydım. Bunun için de onu bulmalıydım. Hemen metroya doğru koşmaya başladım. Yorgun bacaklarım beni rahatsız etse de bu olayların sebebini öğrenmeliydim. Koşuşturmaların ardından metroya ulaşmıştım. O adamın olduğu durağa doğru metro ile gitmeye başladım. Sonunda ulaşmıştım o durağa. Ancak yaptığım şeyin aptalca olduğunu anladım. Çünkü adamla konuşmamızdan çok uzun süre geçtiği için onu burada aramak aptallıktan başka bir şey değildi. Bunu fark etmek için de geç kalmıştım. Kısaca yaptığım her hareket hatalıydı. Tekrar evime dönmeye karar verdim. Yalnız bu sefer taksi tuttum.
Bodrum
Eve geldiğimde yorgunluktan direk uykunun hafifliğine doğru çeşitli yollar kat ettim. Uykum son derece derinceydi. Hiçbir ses duymadım. Hatta uykum o kadar derinmiş ki, ertesi sabah uyandım. Bu beni aslında tuhaf hissettirdi. Çünkü işime gitmeden önce bazı dosyaları gözden geçirmem gerekiyordu. Fakat şimdi onlara bakmaya kalkışırsam her halde ne zaman ulaşırım oraya diye düşündüm. Kapıdan hızlıca fırladım. Ancak içimdeki garip bir his ile evde bir şeyler unuttuğumu fark ettim. Hemen geri döndüm ve evde saatimi unuttuğumu anımsadım. Tam evi kilitliyordum ki kapının önünde duran bir kağıt parçası dikkatimi çekti. Hemen ona uzandım ve aldım. Okumaya başladım. Kağıdın üstünde bir not vardı; Bodrum‘a gel.
“Aslında senin bir işinin olduğundan emin misin? Yoksa sadece beynin sana emrettiği için mi işe gitme gereksinimi duyuyorsun ya da aslında sen bir yerde çalışmıyorsun…”
Bu saçma not da neydi böyle diye düşündüm. Tüm saçmalıklar beni mi buluyordu. Arabadan sonra da bu ikinci saçmalık tepemin tasını attırmıştı. Hemen anayola çıkıp bir taksi buldum. Bugün metroyla gitmek istemedim işe. Hem çabuk gidersem belki göz gezdiremediğim dosyalara da bakma imkanım olabilirdi. Bu açıdan hemen bir taksiyle işe doğru yol aldım. İçeriye girdiğimde her şey değişik gibiydi. Bir günde her şeyin değişmesi hayret ediciydi. Çünkü pek değişime uğramayan bir yerdi burası. Özellikle de sezon ortasında bu kadar değişim hayra alamet değildi. Bu olayların ne olduğunu sormak için benden tiksinenler grubunun yanına gittim ve onlara sorular sordum. Öncelikle beni tanımıyor gibi davransalar da, sonrasında bana yanıt vermeye karar verdiler. Hem de bir koro gibi yanıt vermeye başladılar. Sorularıma herkes teker teker yanıt veriyordu.
“Bu değişimlerin nedeni ne sorabilir miyim? Birileri bana lütfen cevap versin. Tamam pek anlaşamıyoruz ama bir kere olsun bana cevap verin.”
“Siz buraya niye gelmiştiniz ki? Yani sorunuz da oldukça garip.”
“Garip mi? Hatırlıyorsam sizler benimle sizli konuşmazdınız ne oldu da böyle davranmaya başladınız? Sonunda benimle dost olmaya mı karar verdiniz?”
“Dost mu? Yeterince dostumuz var bizim. Şu ana için yeni birini dost listemize katmak istemiyoruz.”
“Öyle olsun bakalım. Siz asıl ilk sorduğum soruya cevap verin. Buralardaki değişimin nedeni ne? Lütfen doğru dürüst cevap verin.”
“Sizin haberiniz yok galiba. Bodrum’da son on yıldır hiçbir değişim olmadı. Ne bir personelde, ne de herhangi bir eşyanın yeri değişmedi.”
“Nasıl olur? Herkesin yerleri farklı. Üstelik benim odam da nerede?”
“Sizin odanız mı? Hangisiydi ki?”
“Şu oda. Müdürün odasının iki oda yanındaki oda.”
“Orası mı? Hayret orası benim buraya geldiğimden beri lüzumsuz eşyaların koyulduğu bir dolap.”
“Bu bir şaka mı?”
“Ne şakası? İnanmıyorsan müdüre sor.”
Bu saçmalıkları yok etmenin tek yolu gerçekten de müdür ile konuşmaktı. Müdürün kapısını çaldım ve müdürün de girmemi işaret eden bir ses tonuyla gir demesi üzerine odaya girdim. Müdür yüzüme bir kez baktı ve başını önündeki kağıtlara doğru çevirdi. Kağıtlara bakarak konuşmaya başladı;
Böylece meleklerin çığlıkları da bitmişti. Artık onlar da huzura kavuşmuştular, ben de. Artık huzurlu bir şekilde yatağımda uyuyabilirdim. Ta ki yeni bir olaya kadar Bodrum sokaklarında.