Bodrum fikir atölyesi’nde bu yazımızda bir düşünce deneyi gerçekleştireceğiz hep birlikte. Buna gösterge bilim de deniyor.Geçen sonbaharın son günleri, hava da ılık bir meltem esiyor. Güneş daha gücünü yitirmemiş, ancak gün akşam üstüne kavuştuğundan delice bir kızıllık tüm gökyüzünü kaplamış. Ben İson kuyruklu yıldızını bekliyorum, kuzen ve 3 arkadaşımla birlikte. Teleskopumuzu ve kameralarımızı kurduk ancak havanın kararması ve şimdiki gibi açık olması için dua ediyoruz. Bahçe de oturmuş sessizce ve heyecanla İson’u bekliyoruz. Ancak daha en az 2-3 saat var. Kimi telefonu ile Wikipedia’ya girmiş İson’u araştırıyor kimi gözlerini kapamış belki hayal kuruyor belki uyukluyor. Birden aklıma gelen bir konunun ağzımdan istemsiz şekilde döküldüğünü farkettim. “Yuvamızdan ayrılmak zorunda kalksak ne yaparız” herkes her ne yapıyorsa bıraktı ve 4 anlamsız göz üzerimde toplandı. Cümleyi var eden düşüncenin yalnız zihnimden geçtiğini farkına vardım, hemen konuyu açıkladım. “Yani Dünya’dan ayrılmak zorunda olsak, koloni kurmak üzere Mars’a Yerleştik diyelim 100 sene’de taş devrine geri döner miyiz? Hatta gezegende bitkiler ve hayvanlar bile olsa, acaba kültürümüzü, teknolojimizi süredürebilir miyiz?
Bu kez anlamsız gözlerin, meraklı gözlere dönüştüğünü gördüm. Bu konu üzerine konuşmak için aslında müthiş bir ekip vardı, doktor kuzen, biri mühendis biri tarihçi biri eğitim bilimci 3 arkadaş. Tarihçi arkadaş merakını daha fazla dizginleyemedi “yani gittiğimiz gezegenin adem ve havvası mı olacağız?” Hemen devam ettim “evet, şartlar uygun hale getirildi bir şekilde Mars’ta, hatta bitkiler ve hayvanlar evrimleşmiş bir eksik insan, gerekli her iş kolundan uzman 5000 kişi ile gittiğimiz Mars’ta şuan bulunduğumuz dünyayı var etmek için ne kadar yıla ihtiyacımız var”
Mühendis arkadaşım sözümü bitirir bitirmez dahil oldu “bunun cevabı kolay değil ancak imkansızda değil, önceden iyi bir planlama yapılırsa çok uzun sürmez. Zaten baktığımız da dünyada Rönesans’tan önce pek bir şey olmadı, efektif bir enerji ve üretim planlaması yapılırsa 200 sene de mini ölçekte bir dünya var etmiş oluruz. Teknoloji uyduları, interneti, televizyonu, cep telefonu, yolları, uçakları ile her şey var edilebilir. Ben olsam ilk önce maden ve enerji yataklarını bulmaya öncelik verirdim gezegene iner inmez.” dedi.
Mars’a Yerleştik Diyelim
100 Sene’de Taş Devrine Geri Döner miyiz?
Tarih öğretmeni arkadaş itiraz eden bir ifade ile omuz silkti ve söze girdi “bence en büyük problem güvenlik ile ilgili olur, iktidar mücadelesi, hayatta kalma mücadelesinden sonra ilk sorun olacaktır. Teknolojiyi geliştirmek hele hele sanat gibi üst entelektüel konularla ilgilenmek çok sonra gündeme gelebilir Maslow’un İhtiyaçlar Pramidi bu güne kadar yanlışlaşamadı sonuçta. Ben olsam ilk olarak güvenlik birimlerini oluşturur ve teokratik bir yönetim kurardım.
Arkadaşlarımı dinlerken benim de zihnimde kendi uzmanlık alanım ile ilgili fikirler uçuyordu ancak tartışmanın verimli olması için kendimi moderatör ilan etmiştim o sebeple teknolojinin gelişiminin tüm diğer alanları etkilediği, üretim ilişkilerini değiştirildiği, hatta sanatı ve inançları bile yeniden yorumlanabilir hale getirdiği konusuna hiç girmedim ve kuzene dönüp “doktor sen dersin” dedim. Kuzen “siz şimdi benim önce hastane yapmamız gerektiğini söyleyeceğimi düşünüyorsunuz değil mi. Evet bunu yapmak zorundayız ancak daha önemli bir sorun var. Enfeksiyon hastalıkları ile baş edebilmek için bağışıklık sistemimizin aşılanması. Yoksa insanoğlu eldeki antibiyotikler ile bir kaç asırdan fazla dayanamaz. Yepyeni bir gezegen, yepyeni bir flora. Mutlaka önceden o gezegenden alınan örnekler ile aşılama yapılmalı.” dedi. Bambaşka bir boyut kazanıyordu sohbet ve giderek ilginç bir hal alıyordu.
Bu sırada yaşça bizlerden biraz daha büyük yıllarını eğitime vermiş bir eğitim bilimci Kemal Ağabey tartışmaya dahil oldu “çocuklar hepinizin söyledikleri tabi ki önemli, olmazsa olmaz, zaruri konular. Ancak bir konuyu unutuyorsunuz. İnsan ömrü ortalama 70 yıl. Bu da gezegene gittikten sonra çok fazla zamanımız olmadığı anlamına gelir.” Mühendis arkadaş konuya girip ” Kemal Ağabey nüfusun korunması yada artması gerçekten çok önemli sana katılıyorum” dedi. Kemal ağabey elini hafifçe onu onaylar, ancak biraz bekle der gibi havaya kaldırdı ve devam etti “Nüfusu korumak ile birlikte çok daha acil olarak yapılması gereken bir durum var. Düşünsenize dünyamız da 20 bin yılda üretilen bilgiye sahip elimizde 5000 kişi var. Ve bu bilgileri yeni 5000 kişiye aktarmazsak ne olur? Gelecekte bu bilgiler unutulur, yok olur veya kulaktan kulağa anlatılan birer mitoloji olur, efsane olur. O yüzden bilimsel methodlarla bilgiyi aktaran okullar kurmalıyız. Bilgiyi yeni nesillere aktaracak sistemi geliştirmeliyiz. Ayrıca elde olan bilgiyi ve teknolojiyi geliştirmek için ar-ge yapısı oluşturmalıyız.”
“Dünya İle İletişim Sürmeli yoksa fazla zamanımız olmaz”
Mühendis arkadaş bir kez daha konuşmaya girdi “Kemal Ağabey o kolay, zaten hazır da ar-ge sistemleri var çalışan, yapılması gereken protokolleri aynen uygulamak” Kemal Ağabey aynı el hareketi ile konuşmasına devam etti “gençler fark ettiğim şu ki siz bu gün geldiğimiz bilimsel gelişmişlik noktasını kavrayabilmek adına durumu somutlaştırırken, arkasında yatan muazzam düşünsel devrimi güdükleştiriyorsunuz.” Nefes almadığımızı hissettim o an hepimiz Kemal Ağabey’e kilitlenmiştik. Kemal Ağabey devam etti “sorgulanmayan, eleştirel zihinle didiklenmeyen, özgür düşünceyi dogmaların gölgesinde zincire vuran karanlık dönem dünyada 20 bin yıl sürdü. ” Mühendis arkadaşa dönüp “senin dediğin gibi insanoğlu 20 bin senede yapamadığını 200 senede yaptı.
Galileo Galilei’yi idam eden zihniyet ile, Charles Darwin’i düşünceleri bağlamında yok etmek isteyen zihniyet aynı. Sir Isak Newton, Leonardo Da vİnci, Nicolaus Copernicus, Louis Pasteur, Sigmund Freud, Albert Einstein hepsi hepsinin başına aynı zorluklar geldi. Bu aydınlanmacı devrim için, özgür düşünce için insanların Aristoteles gibi, Sokrates gibi, Demokritos gibi öncesinde Thales gibi filozoflara ihtiyaç duymuştur. Bu filozoflar olmasaydı Rönesans sonrası bilim adamları da çıkmazdı. O bilim adamları da kendilerine karşı çıkan, kendilerini öldüren orta çağ karanlığının belki de en güçlü figürleri olurlardı.
Açın bakın Aristo‘nun sözlerine bu gün hale geçerli. Bu gün bir fikir çatışması olduğunda düşüncelerimizi hala binlerce yıl önce yaşamış filozofların sözleri ile güçlendirmiyormuyuz. O yüzden arkadaşlar teknoloji, bilim, enerji kaynakları, iletişim olanakları ne kadar elinizde olursa olsun zihinleriniz kendi Rönesans’ını yapamadığı sürece, özgür ve sorgulayan eleştirel düşünce olgunluğuna ulaşamadığınız sürece, entelektüel zihin paradigmaları yaratamadığınız sürece tarih karşısında, prangalarla çalışmaya mahkum kölelerden bir farkınız yoktur.
İşte hala bu gün bir evin bahçesinden geçecek kuyruklu yıldızı gözlemleyebilecek teknolojiye ulaştığımız hatta bunu bir yıl öncesinden bile bildiğimiz dönemde dahi sanatın diğer herşeyden önemli olmasını sebebi bu. Uzaya gönderdiğimiz ve olası akıllı canlıların alıcılarına çarpmasını umduğumuz sinyallerde, Wolfgang Amadeus Mozart’ın, Ludwig van Beethoven, Johann Sebastian Bach’ın eserlerinin olması bu yüzden. Uzaylılara insanlığın son geldiği noktayı göstermek için sanatta geldiğimiz uç noktaları sunuyoruz. ”
Ve sustu Kemal Ağabey, derin bir sessizlik oldu. Herkes içsel bir sorgulama ayini yaşıyor gibiydi. Kimsenin kimsenin yüzene bakacak hali yoktu. Herkes kendi içinde hesaplaşmanın transı içindeydi. Bir anda telefonumdan yükselen Erik Satie’nin Gnossienne’i ile kendime geldim. Tanrının bir oyunumu diye düşünürken kuzen “telefonun çalıyor açmayacak mısın” dedi. Ufak bir şaşkınlıktan sonra telefonumu açtım ” bize katılamayan bir arkadaşım “İson’u gördünüz değil mi harika bir manzaraydı” dedi. Ne İson’u, nerde diye kekelerken. Kızımın arkadan gelen sesi ile o akşam orada toplanmamızın esas nedeni olan kurukluyılıdızı gözlemleme gerçekliğimize geri döndüm. Ve heyecanla “arkadaşlar İson geçmiş ya gören oldu mu” diye heyecanla sordum. Arkadaşlar hemen teleskopta sabitledikleri noktayı gözlemlediler, dürbünler çıktı, tele objektifler gökyüzünü taradı ancak nafile.
İson kuyruklu yıldızı dünyadan uzaklaşmış görüş alanının dışına çıkmıştı bile. Mühendis arkadaş “harika işte bu harika bi daha bu manzarayı görmek için 200 yıl beklemek zorunda kalacağız. Tabi o kadar yaşarsak.” Tarihçi arkadaş hayal kırıklığını teselli etmek için “belki de İson’un bir daha ki gelişini yeni gezegenimizdeki evin bahçesinden yaparız.” Hepimiz durumumuza gülmekten kendimizi alamadık. O gün İson kuyruklu yıldızını kaçırmış olabiliriz belki ancak farkına vardığımız gerçekliğin değeri hiç bir şey ile kıyaslanamazdı. Bazen gerçeklik önümüzde tüm azameti ile dururken biz onu göremeyiz ve o noktada birinin bize göstermesi gerekir. İşte bu yol gösterici dahi beyinler çoğu zaman insanlık tarihinde filozofların yani yerkürenin ilk öğretmenlerinin eğitimcileri olmuştur. Belki de bu yüzden öğretmenlik bir meslek grubu değil, insanlığa kendini adamanın bir yaşam biçimidir.